Münih Şehrinde Muhakkak Gezilmesi Gereken Yerler!
Pazartesi, Ocak 14, 2019Geçen Şubat tatilinde eşimle birlikte doğduğum yere Münihe gittik. İnanılmaz güzel anlarımın olduğu, unutamadığım anılarla dolu bu Münih seyahatimde beni prensesler gibi ağırlayan Sevgili Dayım Mustafa Demircan ve kuzenlerim Can Demircan ve Sercan Demircana çok teşekkür ederim.
Çocukluğumun geçtiği evi, yediğim Krapfenleri, Bretzelları anlatırken yine o günlere dönmenin ayrı bir zevkini yaşıyorum. Dolu dolu geçirdiğim 9 günlük Münih tatilimde birçok yeri gezdik. Nereden başlayacağımı bilemiyorum aslında. Öncelikle şunu demek istiyorum, Avrupada kesinlikle gezilmesi gereken bir şehir. Tarihin ve kültürün içiçe olduğu inanılmaz büyüleyici bir şehir.
Öncelikle en çok sevdiğim Marienplatzdan başlamak istiyorum. O 9 gün içinde birçok kez oraya uğradık. Sadece kültür ve tarih kokusu değil, modern şehrin yansıyan ruhu da var. Tarihi binaların içinde restoran ve kafeler, alışveriş mağazaları, kilise ve meydanlar beni en etkileyen unsurlar oldu. Haşmetli bir giriş kapısı var, aşaıda önünde resim çekildiğim fotoya bakabilirsiniz. Sanki bir sur kapısı. Meydan bile o kadar güzeldi ki saatlerce durabilirdim. O meydandaki kahvesi harika olan Rischarttan kahve içmeden ve peynirli tatlı yemeden gitmeyin. Bir de bizim gibi Krapfen(Alman Pastası) mevsiminde giderseniz birçok Krapfen çeşitlerinin olduğu meydandaki dükkanlardan Krapfen almadan gitmeyin. Ben en çok çocukluğumun klasik Krapfeni, yani içi şeftali marmelatlı ve üzeri pudraşekerli olanları seviyorum. Artık çeşit çoğalmış, ama ben çocukluğumun lezzetine aşığım.
Bu arada küçükken çok yediğim meyveli yoğurtları ve pudingleri de es geçemedim. İnanın Türkiye de aynılarını bulamıyorum. Bir de Uban, Esban( Metrolar) istasyonlarında merkezi yerde birçok mağaza ve büfeler var. Ayrıca orada bir kafede Bretzel yiyebilirsiniz. Bretzel, Almanyanın simidi. Üzeri susamlı değil bizimkiler gibi. Biraz iri tuz taneleri var. Aşağıda resmini görebilirsiniz Krapfen yanında. Ben tereyağlı olanlarını kahve yanında çok seviyorum.
Marienplatza yakın olan Viktualienmarkt(yani açık pazar) da bir Alman kültürünün yansıması. Bu çektiğim çiçekli kapı süsleri, kaşar peynirleri, sebzeler, şekerlemeler; hep o pazardan. Pazarın içinde kayboluyorsunuz resmen. Bir düzen içinde herşey. At eti satılan dükkan bile vardı. Aynı pazarın karşısında yine Rischart kafe var. Oradaki pazar manzarasında kahveni içmek de ayrı bir keyif oluyor. Hatta eşimle birlikte kafenin terasından bir resmimiz var altta.
Münihte ayrıca dikkat etmeniz gereken bir durum var. Her kaldırımın yanında bisiklet yolu var. Orada yürümeniz yasak. Eğer dalıp da yürürseniz, bir bisiklet kazasına kurban gidebilirsiniz.
Yemek kısmını bitirmeden tarihi yerlere geçemiyeceğim sanırım. Çünkü çocukluğun burada geçince en çok yemeklerini de özlüyorsun. Lindwurmstüberlde tavuk yiyin, yanına daha çok ördek yemeğinde gelen soslu pişmiş kırmızı lahanadan da alın. Pizza için de L’Osteriayı öneriyorum. Hatta direk yemeniz gereken pizza adını söyliyeyim: Fungi Freschi.
Bu şehirde anlatılacak o kadar güzel yapıtlar var ki. Kiliselere bile başlı başına tarihi bir eser. Mesela şehirdeki muhteşem binası, kuğuların olduğu yapay göllere ve ormana sahip, insanın mistik bir duyguya kapıldığı o yürüyüş yoluna sahip Nymphenburger Schloss. Harika bir yer.
Ha bir de şehri kuşbakışı izleyebileceğiniz, o müthiş fotoğrafları çektiğim, hatta meşhur Münih Stadyumundaki Olympiaturma da gidin derim. Meşhur BMW fabrikasını da görebilirsiniz. Ayrıca minik bir rock müzesini de gezme şansı elde edersiniz. Bir diğer yapıt şehri kuşbakışı izleyebileceğiniz 40 katlı binanın tepesine, yani Alter Petere çıktığınızda artık piliniz bitmiş oluyor. O kadar dar ve merdivenlerle dolu bir yapıt ki asansör olmaması, tarihinin bozulmaması takdire şayan. Çıkmaya değer mi derseniz? Kesinlikle değer. Çünkü o şehre bir kez daha aşık oluyorsunuz.
Münihin çok dışında meşhur bir şato var. Schloss Neuschwanstein çok görkemli bir şato gerçekten. O zaman bir kişi giriş ücreti 15 Euro olan bu şato gezilmeye değer. Biz at arabalarıyla çıktık o tepeyi. İsterseniz yürüyebiliyorsunuz da tabi. Bavyera kralı Kral II. Ludwigin şatosu olan bu görkemli yapının her odasını gezerken kulaklıklarınızdan duyduğunuz hayatını daha iyi anlıyor ve gözünüzde canlandırıyorsunuz. Çok paralar akıtılan bu şato Kral II. Ludwig için yapılmış. 40 yaşında ölen kralın ölümü de bir muammaymış.
Gelelim Alman Nazisini, Hitlerin meşhur çiftliği Dachauya. O alanı gezerken tüylerin ürpermemesi imkansız. Yahudilerin yakıldığı bu alanda, gaz odaları , fırınlar aslında Almanların geçmiş bir utanç tablosu. Irkçılığın bu denli yaşandığı bir toplumun bu karanlık geçmişi affedilemez. İnsanları Arbeit Macht Frei yani Çalışmak Özgürlüğü Getirir sloganıyla kandıran Hitler, insan sömürüsünün en bariz örneğidir. Orada gezerken müzede okuduğum insanların aslında çoğunun açlıktan ve hastalıktan öldüğü beni dehşete düşürdü. Aç bırakılıp günlerce acı acına çalıştırılan, kemikleri çıkmış zavallı insanlar; sonra işe yaramaz dediklerini önce gaz odalarında hijyen uyguluyacağız deyip, ardından büyük fırınlarda yakılmaları gözünüzün önünde canlanıyor. Ve üst üste atılmış yığınla yanmış cesetler. Bu alan tel örgü ve elektrikli tellerle çevrildiği için kaçmaya çalışanlar da teller arasında ölmüş.
İşte dolu dolu yaşadığım Münih seyahatimde çektiğim foroğraflarla sizi başbaşa bırakıyorum. Resimler üzerine geldiğinizde neresi olduğuna dair bilgi alabilirsiniz. İnşallah başka farklı şehirlerde buluşmak dileğiyle...
3 comments
birlikte gezmiş kadar olduk harika...
YanıtlaSilİnsanın doğduğu şehre yeniden gitmesi.. Çocukluk anılarının canlanması.. O havayı teneffüs etmek.. Sizin yerinize de heyecanlandım..
YanıtlaSilHarika görünüyorsunuz.
Sevgiler..
böylece eşinizi de gördük hocam :) Allah ağzınızın tadını bozmasın ..
YanıtlaSil